Mehmet Bayrak’ı ilk eseri olan „Köy Enstitüleri ve Köy Edebiyatı“ kitabıyla mı, yoksa „Alevilik ve Kürtler“ adlı araştırma ve inecelemsiyle mi, ya da „Kürt Müziği, Dansları ve Şarkıları“nı içeren üç ciltlik eseriyle mi anlatmalı.
Bunlardan hiçbiri tek başına Mehmet Bayrak’ı anlatmaya yetmiyor. Bunlarla tanımlanınca Bayrak, herbiri kendi alanında birer şaheser olan „Kürtler ve Ulusal- Demokratik Mücadeleleri“, „Kürt Sorunu ve Demokratik Çözüm“, „Öyküleriyle Halk Anlatı Türküleri“, „Ortaçağ’dan Modern Çağ’a Alevilik, „Alevi Bektaşi Edebiyatında Ermeni Aşıkları“, „Gravürlerle Kürtler: Bi Gravuran Kurd“ ve „Kürdoloji Belgeleri“gibi eserlerine haksızlık olur. Üstelik bunları bir makaleye sığdırmak da maharet ister.
Bunun için, ben işin kolayına kaçarak araştırmacı-yazar-yayıncı Mehmet Bayrak yerine, dostluğundan çok şey öğrendiğim Mehmet Abi ile tanışıp, dost olmamın kişisel tarihini anlatmayı tercih ediyorum…
Mehmet Bayrak adıyla ilk kez 70’li yıların ortalarında, daha ortaokul sıralarındayken karşılaştım.
Solculuğa ve Kürtçülüğe ilk adım attığım o yıllarda, gizlilik koşullarında okuduğum Özgürlük Yolu Dergisi‘nde makaleleri yayınlanan Mehmet Bayrak ile günün birinde tanışıp arkadaş olabileceğimi ve kütüphanemin bir rafının sadece O‘nun kitaplarıyla dolabileceğini hayal bile edemiyordum.
Yaklaşık on yıl sonra, yine bir dergi, „özgür gelecek“, aracılığıyla ve bu kez yüzyüze tanışma şansına sahip oldum Mehmet Bayrak‘la. Onunla Istanbul’daki bu ilk karşılaşmamızdan sonra ilişkimiz, süreç içerisinde dostluğa, abi-kardeş ilişkisine dönüştü.
***
Türkiye’de aydın olmanın bedeli ağırdır. Hele Kürt olunca aydın, bu bedel daha da ağırlaşır. Mehmet Bayrak, aydın olmanın sorumluluğuyla tarihsel ve toplumsal haksızlıkları bir kuyumcu titizliğiyle işlerken, bu bedeli fazlasıyla ödeyen sınırlı sayıdaki Kürt aydınlarından bir tanesidir.
Herkesin köşe-bucak saklandığı, duygu ve düşüncelerini en yakınlarındakilerine bile açıklayamadıkları bir dönemde Mehmet Bayrak, aydın olmanın sorumluluğuyla siyasal ve kültürel içerikli „Özgür Gelecek Dergisi“’nin tüm yükünü omuzlayarak, Türkiye’de zor bir meslek olan araştırmacı-yazarlığının yanısıra, yayıncı kimliğiyle de resmi ideolojnin red ve inkar politikasını daha etkili bir şekilde deşifre etmeye devam etti.
Bu nedenle Bayrak’ın yönetimindeki Özgür Gelecek Dergisi, çıkışından kısa bir süre sonra devletin sınır tanımaz baskısıyla karşılaştı. O dönemde Özgür Gelecek‘in hemen hemen tüm sayıları daha matbaa aşamasında iken toplatılıyor, Mehmet Bayrak ve dergi çalışanları hakkında dava üstüne dava açılıyordu. Ankara’da dergiyi basacak matbaa bulamayan Bayrak, çözümü Istanbul’da arıyordu.
Özgür Geleceğin yayınlanıp kitlelerle buluşması için o süreçte Istanbul’da kurmuş olduğumuz HKD (Halk Kültürünü Arastirma Derneği)‘nin çalışanları olarak bizde derginin basım aşamasındaki işlerini ve Istanbul‘daki dağıtımını gönüllü bir şekilde üstlenmiştik. Bizler, özgür geleceğin birer neferi olmanın heyacınını, Bayrak ise özgür geleceğin kitlerlerle bulasabilmenin sevincini yaşıyordu…
Gariptir ki o süreçte Bayrak’ın yaptıklarından rahatsız olan sadece devlet değildi. Emek sarfetmeden, ama işin sahibi görünmek isteyen kimi sahte kahramanlar da, zemin bulduklarında, Bayrak’a karşı oyuncak kılıçlarını kınlarından çekmek için adeta fırsat kolluyorlardı.
Bizlere; „Mehmet Bayrak’ın yönetimindeki Özgür Gelecek, kitlelelerin beklentisine cevap vermiyor ve toplumda istenilen etkiyi yaratamıyor. Mahmet Bayrak derneğe geldiğinde, toplumun dinamik kesimleri olan siz gençler, onu sert bir şekilde eleştirin ki biraz raddikalleşsin“ diyorlardı.
Oysa, Bayrak’ı pasiflikle suçlayanlar, bir gözaltıyla havlu atarlarken, Bayrak ise o günden bu güne özgür bir geleceğe olan inanç ve kararlılığıyla, devletin red ve inkarcı yüzünü belgeleyen onlarca bilimsel esere imza attı.
Özgür Gelecek’den sonra Bayrak ile yollarımız, sahipliğini yaptığım Azadi Gazetesi’nde de çakıştı. Doksanlı yılların başlarında yayın hayatına başlayan Azadi Gazetesi’nde köşe yazarı olarak yükümüzü paylaşan Bayrak, güçlü kalemi ve yayıncılık deneyimiyle ufkumuzu aştı…
***
Doksanlı yıların ortalarında kader bizi, doğup büyüdüğümüz topraklardan uzak bir diyarda bir kez daha buluşturdu.
O, yazıp yayınladığı kitaplarından, ben ise Azadi Gazetesi’nden dolayı aldığımız cezalar nedeniyle ülkeyi terkedip Almanya’ya yerleşmiştik.
Ancak Mehmet Bayrak burada da rahat durmadı! Bir taraftan şehir şehir, ülke ülke dolaşıp konferans üstüne konferans veriyor, diğer taraftan da dünya kütüphanelerini tarayarak, red ve inkara karşı yeni belge ve bulgular topluyordu.
Burada katıldığı çoğu konferanslarının değişmez bir dinleyicisi olarak kendisiyle aynı ortamı paylaştım.
Kurucu başkanlığını yaptığı Navkurd’un yönetim kurulunda yeraldım.
Kimi zaman kalın dosyalardan oluşan el yazılarının kitaba dönüşmesi için dizgi ve düzenlemelerini yapmak üzere onunla yakın çalıştım.
Herseferinde ondan yeni şeyler öğrendim, yeni tecrübeler edindim.
O ise, bitmez tükenmez enerjisiyle Kürdoloji alanındaki çalışmalarına her yıl bir yenisini ekledi. Herseferinde imzalayıp verdiği kitaplarıyla kitaplığımın bir rafı yetmez oldu…
Bu nedenle, ne zaman ki bir misafirim gelse, evde ilk dikkatini çeken kütüphanemdeki Mehmet Bayrak’ın kitapları oluyor. Çünkü kütüphanemin bir rafı sadece Bayrak’ın kitaplarından oluşuyor.
Kitapların büyük boy baskı ve kalınlıkları, kitapseverleri mutlu ettiği kadar, misafirim gibi kimilerinin ise gözünü korkutuyor.
Bir gün okumayla pek arası olmayan misafirlerimden biri:
„Yahu sen Mehmet Bayrak’ın bu kitaplarını gerçekten baştan sona kadar okuyabiliyor musun?“
„Kitaplarının kalınlığı gözünü korkutmuyor mu“ dedi.
Doğrusu misafirimin bu konudaki kaygısı yersiz de değildi. Gerçekten de Bayrak’ın kitaplarıının kalınlığı ilk etapta insanda „ben bunları hangi sabır ve gözle okuyup bitirebilirim“ kaygısına neden olmuyor değil…
Ancak bu kaygıyı yenip te Bayrak’ın kitaplarına başlayan kişi, daha ilk satırlardan itibaren kendisini tarihin karanlık labirentlerinde buluveriyor.
Bu labirentleri çözüp, çıkış yolunu bulabilmek ise, ancak Bayrak’ın kitaplarını, bir arkadaşın değişiyle „bir solukta“ olmasa da, sonuna kadar okumakla mümkün olabiliyor…
Mehmet Bayrak, bugüne kadar Kürdoloji alanında hiç bir araştırmacıya nasip olmayacak sayıda kitap yazdı, yayınladı ve hala yazmaya devam ediyor.
Tabi burada Gülay ablanın da hakkını vermek gerekir. Mehmet Bayrak ne kadar iyi bir yazar ise, Gülay abla da o kadar iyi bir eş ve iyi bir yayıncıdır. Özgür Gelecek yayınlarının önemli ölçüde onun çabasıyla gerçekleştiğinin yakın tanığıyım. Bu nedenle yazar olarak Mehmet Bayrak ne kadar ona borçluysa, okur olarak bizler de Gülay ablaya o kadar borçluyuz…
Mehmet Bayrak’ın farkı
Mehmet Bayrak’ın meslektaşlarından en önemli farkı, kuşkusuz sadece kitaplarının sayısı ve kalınlıkları değil. O’nu farklı kılan en önemli etkenlerden biri, tarihsel ve sosyal bir ayrıntıyı yine tarihsel kaynaklara dayandırarak ortaya koyması ise, diğer bir farkı da, toplumsal ve sosyal olaylar karşısında aydın duyarlılığıyla hareket etmesi ve tavır almasıdır.
Buna örnek için, adeta bir yaşam felsefesi haline getirdiğı ve katıldığı tüm toplantılarda da tekrarladığı; „Ezilen bir ulus oldukları için Kürtlerden, ezilen bir sınıf oldukları için işçi ve emekçilerden, inançlarından dolayı baskı gördükleri için Alevilerden ve ezilen cins oldukları için de Kadınlardan yanayım“ şeklindeki söyleminden başka söze gerek var mı…
Iyi ki varsın Mehmet abi…
Kürtler olarak sana çok şey borçluyuz…
Not: Bu yazi Firaz Baran’in „Karanliktan Süzülen Aydinlik – Mehmet Bayrak“ adli kitaptan alinmistir.
22.10.2008