Çokça duymuşumdur, „Keşke bizi sömürenler de Avrupalılar olsaydı, bu durumda olmazdık“ sözünü…
Sonuçtan hareket edersek, hiç te yabana atılacak bir söz değil. Çünkü gecmişte Avrupa devletlerinin sömürgeleri durumunda olan tüm Afrikalı, Asyalı halklar sancılı da olsa, birer birer bağımsızlıklarına kavuşup, kendi devletlerini kurdular.
Bu, onların Kürtlerden daha direngen bir ruha sahip olmuş olmalarından kaynaklanmadığı gibi, Kürtlere göre daha çok özgür olma istemlerine sahip olmuş olmalarının da bir sonucu değildir.
Aralarındaki farklardan biri, onların bierer deniz aşırı sömürge olmaları ise, bir diğer önemli neden de sömürgecilerinin bizimkilere göre daha medeni ve gelişkin olmalarıydı.
Kuşkusuz, bu söylemi anlaşılır kılan, düşmanın iyisini tercih etme olarak anlaşılmamalı. Sadece sömügecilerin sahip oldukları farklı nieteliklerin bile sömürge ülkenin ya da halkın geleceğini etkileyebileceğine işaret etmiş olmasıdır.
Tıpkı, „düşmanın mert olanı, öldürdüğü kişinin cesedini ortada bırakmayandır“ atasözünde olduğu gibi.
Düne kadar Kürt varlığı inkar edilirken, bununla çelişen bir durum ortaya çıkmasın diye Kürtler, bugünkü gibi basında ve kamuoyunda bu denli açık suçlanmalara muhatap olmuyorlardı. Dağ türkleri, şaki ya da eşkıya, son dönemlerde terörist denilip, işin içinden çıkılıyordu.
Oysa son dönemlerde bizim kadar, bizi hala baskı altında tutmak isteyenlerın işi de zorlaştı…
Bu kez Türkiye tarihinde ne kadar suç ve günah işlenmişse, tümünü Kürtlere yüklemek, hatta onunla yetinmeyip yeni suçlar bile icad etmek için canla başla çalışıyorlar. Üstelik tüm bu suçlamalar ciddi gazetelerin ciddi yazarları ve bol ünvanlı profesörler, stratejistler aracılığıyla kamuoyuna sunulmakta…
Hatta kimi zaman bu koroya, Kürtler adına ciddi politika yapma iddiasıyla ortya çıkan, daha kendilerini kurtarmadan, tüm dünyaya çeki düzen vermeye kalkışan „önderler“ bile katılmaktan geri kalmıyorlar. Ermeni katliamının sorumluları olarak Kürtleri göstermeleri gibi…
Kürtleri çağrıştırıyor diye doğanın renklerini bile yasaklayan, pasportlarında doğum yerleri Kürdistan yazılı diye, gelen turistleri apar topar geldikleri ülkelere geri gönderen anlayış; Kürtlerin geçmişte de ABD ve Avrupalı devletler tarafından kullanıldıklarını sıkça haber yapan basın yayın aracılığıyla, onları farkli bir açıdan etkilemeye çalışmakta.
Bunlardan bir tanesi de 28 Maiyıs 2006 tarihinde Hürriyet gazetesinin birinci sayfasından verilen „ABD, 30 yıl önce de Kuzey Iraklı Kürtleri kullanmış“ başlıklı haber oluşturmaktadır.
Türk basınında yer alan bu türden haberlerle, kuşkusuz Kürtlerin bir kez daha ihanete kurban gitmelerini engelleme amacı güdülmüyor, aksine onların kafaları bulandırılmak isteniyor.
Hürriyet’in, sözkonusu haberi daha da çarpıcı kilmak için dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kişinger’ın anılarına yer vererek, haberi süslemesinin nedeni de budur.
1975 Cezayir antlaşmasıyla Kürtlerin ihanete uğradığı bilinen bir gerçektir ve bu tüm Kürtler tarafından da bilinmektedir. Hatta ihanetin salt ABD, Iran ve Irak’la sınırlı olmadığı da…
Daha önceki bir yazımda da değinmiştim, bir kez daha aynı şeyleri söylemekte bir sakınca görmüyorum. Ne Kürtler 1975’lerin Kürtleri, ne de dünya o dönemin dünyası.
Hürriyet gazetesini yönetenler de bu gerçeğin farkındalar. Ama ne yazık ki Kürtlerin çoğu hala bu gerçeğin farkında değil.
Kuşkusuz halkların ya da devletlerin kimi süreçlerde kendi aralarında kurdukları dostluklar da kalıcı olmayabilir. Bazen iyi dostlar birer kötü düşmana dönüşebilecekleri gibi, biribiriyle kanlı bıçaklı olan düşmanlıkların yerini iyi dostluklar da alabilir…
Tarihte bu tür örneklere sıkça rastlanmaktadır.
Kaldi ki Güneyli Kürtlerin ABD ile olan ilişkileri de 30 yıl öncesı ilişkiler olmadığı gibi, bu iliskilerin yarınlarda da bu şekilde devam edeceğini kimse garanti edemez.
Ancak görünen bir şey var ki, o da, artık Güneyli Kürtlerin birileri tarafından istenildiğinde kullanılıp bir kenara atilabilecek kadar ucuz olmadıkları gerçeğidir, bu devlet Amerika bile olsa…
29.05.2006
ikramoguz@navkurd.eu