Sevgili okuyucular, biliyorsunuz, ben siyaseti yorumlayan, derin analizine giren yazar kişi değilim. Bir çok kere söyledim, yine de söyleyeyim “Bu işi yapan uzman kişiler var; bu iş benim işim değil” diyorum. Aslında siyaset, insanın insani sevgi duygularıyla yöneten bir kutsal bilimin adıdır.
Çünkü Tanrı’yı yaratan, yaratıcılığına inanan insan; dolayısıyla insanın kendisinin de Tanrı olmasıdır. Çünkü bugün içinde yaşadığımız dünyanın bütün güzel şeyleri -zulüm, vahşet ve iğrenç hayvani davranışlarıyla birlikte insanoğluna gösteren-insanın hizmetine sokan “İnsanoğlu” dediğimiz insandır. Ama bu bütün İslam ülkelerinde, özellikle de Türkiye’de böyle algılanmıyor. Siyaset bu ülkede, yalanın, dolanın, talanın, savaşın, vahşetin, hırsızlığın, rüşvetin, insanı nasıl şeytani sözcüklerle kandırmanın en güzel aracı olmuştur. Kısacası Türkiye’de siyaset biliminin ırzına geçirilmiş ve bu bilim faişeleştirilerek af buyurun kerhanelere doldurulmuş, halk da bu faişelere delikli kapılardan bakmakta, aç cinsel duygularını
zavallıca tatmine çalışmaktadır. Bu uygulama ve yöntem İslam’ın çıkışından günümüze kadar, daha şeytani bir kandırma yöntemiyle uygulanmaktadır. Kur’an’da bile, şeytani zekâ, uyduruk yalan hikâyeler, talan, ganimet bol-bol yer almaktadır. İşin ilginç yanı, bu talan ve ganimetin yüzde yirmisi de Tanrı ve Peygamber ailesine helal kılınmıştır. Enfal süresi, ayet 41. Bu yöntem ve uygulama Halife Osman
döneminde daha da doruk noktalara çıkmış ve zavallı kitleler hep kandırılmış, soğan gibi soyulmuştur. Recolar, Fetolar ve xulamları da bugün aynısını yapıyorlar. Bunları yadırgamak suçlamak, gereksiz.
Çünkü balık baştan kokar, bunu bilmek lazım.. Ayrıca boşuna “Devlet deniz, yemeyen, çalmayan domuz” dememişler. Devleti kuranlar zaten Tanrı ile beraber kurmuşlar. Bunun için Tanrılar suçlanmaz. Suçlayan
cezalandırılacaktır, ki bu bütün İslam ülkelerinde bir kural haline gelmiş, kural anayasallaşmıştır.
Evet sevgili kardeşler, bunları fazla kurcalamadan, asıl neyi yazacağıma, ona döneyim diyorum. Dilerim siz okuyucular, doğrularımı, yanlışlarımı bana e-mailimle iletirsiniz.
Sevgili kardeşlerim, Türk Devleti, canavar ruhlu İttihat-Terakki kadrolar ve insan kasapları Osmanlı askeri subaylar tarafından 29 Ekim 1923 te Ankara’da resmen kuruldu ve bu faşist devlete “Türkiye
Cumhuriyeti Devleti” denildi. Bazı kişilerin dediklerine göre bu devletin isim Diyarbekir, Çermikli Teyfik Efendi’nin oğlu, Zaza Kürdü olan Ziya Gökalp. Bunun ne kadar doğru olduğunu bilemem, ama isim
sözcüğünde gizli bir giz var ki, O’da bu sözcüğün Kürd dilinde bir soru olması. “Tırk kî ye?” Yani Türk kim? Olaki Gökalp içinde bu gizi saklamış, sonra farkına varınca da, birkaç kez “İntihara teşebbüs etmiş” diyorlar. Bunun da ne kadar doğru olduğunu bilemem. Dilerim araştırmacılar gerçeği ortaya çıkarır.
Sahiden Türk kim?
Kürdün genetik ve biyolojik kardeşi mi?
“Türkiye Cumhuriyeti” denen faşist ceberut devletini kuran kadronun kaçtan kaçı Türk’tü ve Kürd’e ne kadar kardeştiler?
Kanımca bu kadronun yüzde doksan yedisinin halis Orta Asyalı Türk olmadığı ve Kürdün buna hiç benzemediği ve tanımadığı.
Peki kimdi bu beyaz Türk çoğunluğu?
Bana göre Kürd, Laz, Pontoslu Yunan, Gürcü, Çerkez, Arnavut, önce kılıç zoruyla İslamlaştırılan, sonra da Türklüğe dönüştürülen Balkan çocukları olan devşirme Yeniçerilerin çocukları, torunları.
Bu kadrolar baştan Osmanlı barbar devleti’nin verdiği barbar eğitimle eğitildiler, sonra da yıkılan bu devletin kalıntıları üzerine kurulan sözümona yeni Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ni bu ırkçı ve faşist.
kafalı kişiler kurdu. Bu kadronun en büyük başı, “İnsan” denen canlı varlığının sevgisini alamayan, babası, soyu-sopu belirsiz kişi, Selanikli Mustafa Kemal idi. Bu adam çocukluğundan Türkiye Cumhuriyeti
Devleti’ni kurduğu güne kadar hep insan nasıl öldürülür eğitimiyle eğitildi, bu yeni faşist devletin başkanı olduktan sonra da, yine hep bunun için kafa yordu ve Şeytan’a bile papucu ters giydirmeyi başardı,
onlarca yakın arkadaşını bile hunharca öldürttü ve kör gözler bunu görmedi. Bu adam Erzurum ve Sivas’ta birçok aptal Kürd liderlerini kandırdıktan sonra öldüğü güne kadar yüzbinlerce Kürdü öldürtmesine
rağmen, ne yazıkki bazı Kürdler bu katil adamı bir Peygamber gibi sevmeye başladı, halen de bu katile “Ulu Önder” diyen, göğe çıkaran çok hain Kürd var..
Kim bu adamı Kürd’e bir Peygamber gibi göstererek, “Ulu Önder” dedirtti ve dedirtiyor? Yani kendi halkının celladını halkına Tanrı ve Peygamber tanıtan kişiler kim?
Hiç kuşkunuz olmasın, çoğunlukla bazı Alevi Seidler, Sunni Şeyh ve feodal aşiret ağaları.
Örneğin Dersimli yeni adaşı Kemal. Yani Kılıçdaroğlu ve onun aşiretinde birçok kişi ve daha yüzlercesi.
Hiç unutmam, mevsim sonbahar, yıl 1949, ilkokul üçüncü sınıf öğrencisi, “Şilk” denen bir köyde okuyorum Öğretmenim Sayın Kemal Burkay’ın bir köylüsü olan Hıdır Yeşiltepe. Doğduğum Kupık köyü ile
Şilk arasında “Lodek” adlı bir köy var. -Baba Mansur aşiret reisinin oturduğu köy- Bizim ailenin nüfus kaydı bu köyde. Çünkü babam ve diğer üç amcam bu köyde doğmuşlar, Dersim katliam sonrası Türk faşist
yönetim Dersim’e bir bütün girince, bizim aile kayıtlarının bir bütünü bu köyde yazılmış, halen bugüne kadar da benim ve üç çocuğumun kaydı bu köydedir.
Bu köyde babamın çocukluk arkadaşı merhum Dünya, Dünya adlı bir adam vardı, torunu merhum İmam Dünya benim sınıf arkadaşım idi ve o sırada dedesi Dünya Dünya hasta yatakta yatıyor, ölüm bekliyordu. Haberim olmadan babam da o gün onun yanına gelmiş. Okul dönüşünde arkadaşım İmam’ın üvey annesi bana “Rıza senin baban da burada. Biliyorsun kayınpederim hasta, ölüm döşeğinde, onu görmeye gelmiş” deyince ben direk hasta Seid Dünya Dede’nın kapısından içeri girdim, yere serilen yatakta yatan Dünya Dede’nin elini öptükten sonra, merhum babam Kürdçe “Otur yavrum, biraz sonra beraber eve gideriz” dedi ben oturdum. Ben otururken hasta Dünya Dede biraz bana baktıktan sonra birden gözlerini kapattı ve sesi kesilince babam “Herhalde uyudu, bekle uyanınca gideriz” dedi ve on dakkika sonra Dünya Dede gözlerini açınca babama “Ali bizim evin önünden üç suvari geçti, biri Ali, biri Xızır, biri de Mustafa Kemal” deyince, ben hiç bir anlam veremedim Dünya Dede’nin rüyasına. Babam da hiç bir şey demeden kalktı “Hadi eve gidelim oğlum” dedi ve biz birlikte eve gittik, ama babam bayağı üzgündü. Üzgünlüğü onun öleceği için mi, yoksa dediği rüya için mi bilemem. Zira babamın Mıstê Kor’u sevmediğini biliyordum, ama Sağır İsmet için bir şey dediğini hiç duymadım. Kulakları da biraz sağır olduğu için, kendini Sağır İsmet’e benzetir “Em hevalê hev ın, ew kerr, ez kerr, ew Kurd, ez Kürd” diyordu. Ha unutmayayım, babam zülfükâr adlı kılıcıyla
binlerce Kürd atalarımızın kafasını kesen Arab Ali’yi de Tanrı biliyor “Ew Xwedê bi xwe ye” diyordu. Tabii bende 25 yaşıma kadar Ali’yi Tanrı biliyordum. Peki babama ve bana, benim gibi Kürd Alevi gencine kim bu insan kasabı Arab Ali’yi Tanrı olarak göstermişti?………..
Peki Mustafa Kemal’ı kim Dünya Dede’ye Ali, ya da Dersim Xızır’î yapmıştı? İşte asıl soru bu. Hiç mübalâğasız akrabası, aşiret reisi, Lodek köyünde oturan, -Mansur’un yürüttüğü söylenen duvar Moxındi de olmasına rağmen- Seid Süleyman’ın oğlu, Kürd kasabı Abdullah Alpdoğan’ın yakın arkadaşı, dostu, İzzeddin Doğan’ın da öz dayısı, Lodekli Seid Hüseyin Doğan idı. Yani kendi halkının düşmanını halkına
Tanrı, Peygamber yapan, Hüseyin Doğan gibi Seid ve aşiret ağaları. Örneğin Hıran aşiret reisi Germisili Hasan Ağa, İzol aşiret reisi Mele Yusuf, Ağûcan aşiret reisi İzzeddin Doğan’ın babası, aslen Dersimli
olan, sonra da gidip Malatya Doğanşehire yerleşen, uzun zeman Bayar ve Menderes partisi DP’de milletvekilliği yapan Hüseyin Doğan, Dep, -Karakoçan- Oxi bölgesinde oturan Şadi aşiret reisi Necip ve Resul ağa ve daha başkaları
Sevgili okuyucular, bunları niçin yazıyorum?
Bin yıldan beri Serçuk -Selçuk demiyorum- ve devşirme beyaz Türkler hep bizi kandırıyorlar. Ankalar ve şahinleri serçeye kul yapanlar. Olacak şey değil.
Yani dostu, düşmanı birbirine karıştıran halk. Paslı kölelik prangayı, ellere takılan kepçeyi, altın ve zümrüt kolye sanan kör gözler.
Kılıcı, her türlü silah’ı düşmanın kurtuluşu için kullanan şaşkınlar. Atalarının köküne kibrit suyu döken çöl Arab’ına tapan halk. Bir esirin kurtuluşunu, bir ulusun kurtuluşunun önüne koyan budala sersemler.
Bin yıldır ülkesini viraneye çeviren, halkını yoksullaştıran, kırımdan geçiren, nanamuhtaç eden, yüzyıldan beri de soyunu-sopunu, dilini, tarihini, müziğini, örf ve adetlerini, hatta ve hatta insan olduklarını dahi inkar eder Türk egemen güçlerine “Türk, Kürd kardeştir, Türkiyelileşelim” (!) diyen vicdanı sızlamayan, ölüler üzerine rant temin eden kan emici vampirler….. . Doğrusu ben bu tür olmaz istek ve sloganları duyunca şaşırıyorum. Biliyorsunuz, barbar Osmanlı İmparatorluğu dağılma aşamasına girince, bütün Balkan halkları ve Araplar bu İmparatorluğun demir ökçeleri altından kurtulup kendi öz devletlerini kurunca, birçok Kürd-yurtsever ve liderleri o gün Osmanlı Yargıtay Başkanı, Tercüman gazetesinin de baş yazarı ve bütün Kürdlerin de lideri sayılan Şeyh Abdulkadir î Geylani’ye “Sayın başkan, tam zamanı, Osmanlı despot İmparatorluğu çöktü, onlarca halk devlet sahibi oldu; tam sırası, bizde Osmanlıya karşı savaşarak Kürdistan devletimizi kuralım, halkımızı bu zalim despot yönetimden kutaralım” dediklerinde o “Hayır, biz Osmanlılarla İslam kardeşiz. Mustafa Kemal bize söz verdi. Birlikte hilafeti kurtardıktan sonra
kardeşlik hakkımızı vereceklerdir. Vermedikleri zaman, Kürd halkı bu hakkı kendi bilek gücüyle almaya müktedirdir” dedi ve 1925 Şeyh Seid Ulusal Başkaldırıda, Diyarbekir’de 47 lider arkadaşıyla, Mustafa
Kemal’ın emriyle kurulan 47 ayrı sêpî darağacının birinde de o asıldı. Şimdi de yine aynı oyun, değişik varsiyon ve söylemle “Biz Türk ve Kürdler bin yıldan beri birlikte yaşayan iki kardeş halkız, kız alıp,
kız vermişiz, et ile tırnak gibiyiz, yaşasın halkların kardeşliği”. Halbuki bin yıllardan beri halklar hiç kardeş omadıkları gibi, aksine birbirlerine düşman oldular, birbirlerininin kökünü volkanik ateşle yaktılar. Bugün Avrupa ve Amerika’yı saymazsak, bütün dünya böyle. Hele Türk, Arab, Pers ve Kürd kadeşliği. Buna kediler, kuşlar bile güler. Said î Nursi de aynen Şeyh Abdulkadir gibi rüya görmüş, Kör Hüseyin Paşa’ya sakın “İslam kardeşine karşı savaşayım demeyesin” demişti. İlginçtir, onun mürit Türk İslam kardeşleri bugün Kürd halkını kırımdan geçiriyor. Talebesi Kürd asıllı Feto, büyük Kürd düşmanı.
Sevgili okuyucu Kürd kardeşlerim 17 aydır ülkemiz Kürdistan bir kangölüne dönüşmüştür. Özellikle Şengal ve Rojava Kobani’de onbinlerce kardeşlerimiz, ana, bacı çocuklarımız, İslam barbarları tarafından şehit edilmiş, binlerce ana, bacımızın ırzına geçilmiş ve köle pazarında davar gibi satılmışlardır. Bir yanda barbar İslam’ın, yani DAİŞ’in bu vahşeti, diğer yandan faşist Türk devleti ve onun ikinci Mıstê Kor’u devşirme Gürcü oğlu Recep Tayyip Erdoğan ve onun emir-komutası altında olan, barbar Türk asker ve emniyet güçleri her gün onlarca insanımızı barbarca öldürmekte, öldürdükleri çocuklarımızın kafalarını kesip bedenden ayırarak resim çekmekte, anamızı çırılçıplak ederek halka göstermekte, öldürdüğü insanımızın ölü boğazına ip geçirerek arabanın arkasına takarak yerde sürüklemekte, onbinlerce insanımızı da ana yurttan uzaklaştırmaktadır. Yani bu canavarların istek ve arzuları Kürdistan’ı bir bütün insansızlaştırmak ve Kürdsüzleştirmekken, bu bin yıllık birlikte yaşamak, “İki İslam kardeşiz, kız alıp, kız vermişiz, et ile tırnak gibiyiz” de neyin nesi. Bir Kürd olarak anlamakta güçlük çekiyorum.
Evet, bu yöntem, bu uygulama yüzyıldan beri süregelmekte olmasına rağmen, halen de Kürd insanlarının, daha doğrusu liderlerinin bunu görmemeleri çok şaşırtıcı, düşündürücü ve üzücüdür. Üzücüdür, çünkü
Kürd halkına öncülük eden, sözümona onu örgütleyen liderler, ne geçmiş yanlışından ders almış ve ne de dünyada gelişen olaylardan. Özellikle de ulusal kurtuluş mücadelesini başarıyla veren halkları örnek
almadılar. “Hep ağacın kurdu oldular” dersem yalan sayılmaz Koçkiri ve Dersim’de canavarca katliam yapılırken, anaların karnındaki bebekler süngü ucuna takılırken düşmanını Tanrı yapan Sunni Kürd
“Bırak ana-bacı tanımayan kafirleri öldürsünler” dedi, hatta O’da öldürmeye gitti. Şeyh Seid, Ağrı, Zilan katliamında da Alevi Kürd “Bırak Yezitleri yok etsinler” dedi, aynısını da o yaptı. Acıdır ama bu bir gerçek. Bu iğrenç çelişkiyi bu kardeş halkın içine koyan kim? Kimdi onbinlerce Êzîdî kardeşlerimizi öldüren ve onlara “Şeytan’a tapan kafir” diyen ve ve dedirten? Bedirxan ve Hamidiye alayları ne kadar bu Kürd kardeşlerimizi öldürdü? Bunları öldürmenin gerekçesi ne idi? Cevabı Arab İslam dini. Yani bizi hem kendisine, hem Türk ve Fars’a kul, köle yapan İslam dini, onun uyduruk cenneti ve 70 güzel hurisi için değil mi?
Gelelim düne, bugüne. Dün siyah bıyıklı, kara kaşlı, bir gözü şaşi, yağız bir delikanlı çıktı meydana “Ben yeni doğan Şah Diyako’yum, dirildim, yeni bir İmparatorluk kuracağım” dedi, ama ilk kılıcını
kardeşlerine çekerek, Osmanlı Padişahı Fatih Sultan Mehmet oldu. Evet yağız delikanlının meşhur manifestosu Fatiha’nın anayasasına El-Fatiha okudu. Bu manifestoyla binlerce kardeş kanı akıtıldı ve kardeşler arasında düşmanlık tohumu ekildi, ki bu da kardeş birliğinin önüne zırhtan, çelikten bir duvar oldu, ne yazıkki bu uğursuz duvar bugüne dek bir türlü yıkılmadı. Kobani kardeşlerinin feryat ve hewar-hewarını dinleyen, dayanmayıp oraya koşmak iseyen Güney’deki Pêşmerge kardeşler bu uğursuz duvarı aşamadı. Leventleri vardı yeni Şah Diyako’nun. Kale surlarında mevzilenmiş, “Gelirseniz, gelin, ancak bir şartla. Şartımız şu: “Biz ne dersek onu yapacaksınız bu bir. İkincisi, Apo ne demişse ona itirazsız uyacaksınız. Eğer yok, hayır derseniz gelmeyin. Gelirseniz hepiniz yok olacaksınız. Burada yalnız biz varız ve bizim horuzlar ötecek” dendi ve Kobani 350 köyüyle bir bütün insansızlaştırıldı, kalan insanlarımızdan binlercesi de İslam barbarları tarafından katledildi, kalanları da Amerika ve diğer koalisyon güçler koruyor.
Evet kardeşlerim bu bir gerçek. Kobani ve Şengal’den kaçan kardeşlerimizi biliyorsunuz, başlarına ne geldi. Analarımız köle pazarları ve Arab’ın fuuş yuvalarında. Ya küçük, minik Alan’ın deniz sahiline çıkan bedeni? Evet, küçük Alan’ın o narin cesedi dünya-insanseverlerinin yüreğini sızlattı, ama ne yazıkki Kürd
liderler o Alan gibi Alanların, bugüne kadar Kürdistan için şehit olan yüzbinlerce şehitlerin yüzü hürmetine bir araya gelip güçlerini birleştiremedi, geçmiş yanlışlardan ders alamadı ve alacakları da şüpheli. Hâlâ üç ayrı büyük güç ve birbirine düşman. Niçin? Koltuk, baş olmak, dünya malı, mal, mülk.
Değerli okuyucular, 30 yıllık bir kirli savaş sonrası, Kürd halkı ne kazandı? Bana göre tek kelimeyle hiç bir şey. Kuzey Kürdistan coğrafyası bir bütün tahrip edildi ve büyük oranda insansızlaştırıldı. Şimdi o insansızlaştırılan köy, gom ve mezralarda domuz sürüleri var, baykuşlar öter. Buna sebep olanlara sorduğumuz zaman, ne hainliğimiz kalıyor ve ne de ajanlığımız. “Biz ölüyü diriltik” diyorlar. Sahiden
Kürd halkı ölü müydü? 177 yıllık savaş ve mücadele bir çırpıda yok sayıldı 1984’te. “Tarih bizle başladı” denildi ve ne yazıkki yığınlar buna inandı, halende inanıyor. Ha paratez içinde şunu da söyleyeyim.
Kuzey parçası için. “Bu 30 yıllık kirli savaş, sadece ve sadece biraz Kürd Ulusal ruhunu kamçıladı, konuyu eskiye nazaran biraz daha uluslar arası platforma taşıdı” Yani hepsi bu
Evet bu yığınlar önce Birleşik, Bağımsız, Sosyalist Büyük Kürdistan” şiyarına inandı ve bu uğurda binlerce şehit verdi; zaman geçip yıl 1990’a gelince yeni Şahımız İmparatorluk şiyarından vazgeçti ve bu kez
yüzyıldan beri Türk’ün demir ökçeleri altında sızlayan zavallı halkımıza “Başlangıçta ben yanıldım. Gençtim, dünyayı toz pembe görüyordum. Sonra Mustafa Kemal’ı okudum ve onu tanıdım. Marks’ı,
Engels’i aştım, Haran’da İbrahimleştım, Türkiye ve bir bütün Ortadoğu halkları için “Demokratik Cumhuriyet, Demokratik Ulus, Özerk ve Kanton Bölgeler, Ekolojik Toplum modellerini uygun gördüm” dedi ve birkaç yıl sonra o güne kadar sırtını dayadığı Hafız Esad tarafından kovuldu ve bir çok ülkeye gidip gelerek mekik dokuduktan sonra Kenya’da bir senaryo sonucu yakalandı ve Mustafa Kemal’ın kahraman askerleri onu götürüp Tanrılar adası olan Tilmun’a yerleştirdi. Tilmun gerçekten de Tanrılar adası. Cennet misalı bir ada. Üzüm ve şarabı da çok meşhur. Hazret oraya yerleşince, bu kez oradan vahiler gönderdi ve sevenlerine “Beni dinleyin, parti kurun, legal siyaset yapın, halkların kardeşliğini savunun” deyince emir hemen yerine getirildi ve yeni bir legal parti kuruldu, Parti Eş Genel Başkanlığına da yeni bir
Selahaddin î Eyûbî bulundu. Yeni Selahaddin gerçekten genç, dinamik, derin hatip ruha sahip, ne dediğini bilen bir kişilik, ancak O’da büyük Selahaddin gibi Tilmun’daki Tanrı Halife’sine bağlı ve onun bir
dediğini iki yapmayan kişi. 7 Haziran seçim bildirgesinde Leonardo Da Vıncı’yı kıskandıracak kadar çok renkli bir tablo çizmişti ki, insan kendini o tablo içinde cennet’te hissediyordu. Sonuçta 80 mümin kişi o
cennet’te yerini alınca, büyük Tanrı Marduk’un canı sıkıldı. Çünkü Gürcü asıllı Marduk, Kürd Şabaş’ın Halifelerini kendi meclisinde görmek istemiyordu. Onun amacı Tek Tanrı olmaktı. Bunun için sert bir
fermanla seçimi iptal ettirdi, ikinci bir yeni seçim önerdi ve o seçimde 1 Kasım’da olacak. Selahaddin bu seçim için de yine merhum İtalyalı ressam Loeonardo Da Vıncı’yı kıskandıracak kadar çok renkli
bir tablo çizmiş, tablonun içine her rengi koymayı da ihmal etmemiş. Siyasi gözlemcilere göre Selahaddin bu seçimde de seksen müminle cennet Türk meclisine girecek, ardından 80 kişi arkadaşıyla birlikte
kürsüye çıkarak “Ülkenin Bölünmez Bütünlüğüne, Atatürk İlke ve İnkilapları üzerine yemin ederim” yemini edecektir. Peki bu yemini yapan kişi ve kişiler “Kürdistan” denen ülkenin Bağımsızlık isteyen
halkına nasıl bir cevap verecek? Halk ve benim gibi düşünen Kürd, buna “Cellatlarını Tanrı ve kardeş gören kişiler” demiyecek mi? Muhakkak diyenler çok olacak. Bunun için de başlığı atarken “Cellatlarını Tanrı
ve kardeş gören halk” dedim, ki bu bir gerçek -üç cellat, bilin kim?- Çünkü Selahaddin Palo’da, Piran’da en yakınlarını hunharca öldürten kişinin adı ve devrimleri üzerine yemin edecek, Kürdü öldüren, ölüsüne
tecavüz eden, başını kesip resim çeken, öldürdüğü ölünün başına, göğsüne kirli kanlı postalını koyan, öldürdüğü Kürdün boynuna ip takıp arabanın arkasına takarak, o canavar vahşeti halka göstermeye çalışanı kardeş görecek. Olacak şey değil. Buna ne diyeceğimi şaşırıyorum. Biz Kürdler neden böyleyiz lo?
Sevgili Kürd kardeşlerim, ben bunları yazar ve söylerken, sakın yanlış anlaşılmasın. “Biz de şu Türkler gibi yapalım, onlardan intikam alalım” demiyorum. Asla, Kürdlük vicdanım ve insani duygularım bunu
kabul etmez. Ben ki bugüne kadar, bir karıncayı dahi inciten kişi değilim. Ama Türk insanlarının yaptıkları beni son derece üzüyor ve utandırıyor. Çünkü onlarda benim insani sıfatımı taşıyor. Ben onlarla kardeş değil, sadık dost ve sadık komşu olmak istiyorum. Kardeşlik biyolojik ve genetik bir olgu olmasına rağmen, kardeşlerde çoğu zaman birbirlerine gerçek kardeş olamıyor ve birlikte yaşamıyorlar. Örneğin biz babamdan 7 erkek kardeş olmamıza rağmen, -şu anda beş kaldık. İki kardeşim öldü- her birimiz bir yerdeyiz, ilişkilerimizde gerçek kardeşlikle bağdaşmaz. Merhum annem her zaman şunu söylerdi: “Kardeş,
kardeş olsa, kardeş karısıyla evlenmez”. Kaldıki biz başka toplumlarla da kardeş değiliz. Komşuyuz, komşu olmak istiyoruz. Bizim dini inancımızda komşuluk hakkı en kutsal haktır. Biz bunu yaşadık ve yaşatmak istiyoruz. Bunun için ben yeni Selahaddin’i ve onun gibi düşünenleri, Tilmun’daki Halifeyi ve sevenlerini eleştiriyor ve “Selahaddin’in işi zor” diyorum. Kanımca onun yüreği ağzı gibi konuşmuyor, ama biçare kalmıştir. Yukarı tükürse bıyık, aşağı tükürse sakal.
Xızır yadımcısı olsun derken, merhum Ömer Hayyam’ın bir dörtlüğüyle beraber Kayserili şair yoldaşım Mehmet Sarı’nın bana yolladığı bir şiir ile yazıya son vermek istiyorum. Zira bir hayli uzattım, özür
dilerim. Ne yapayım dert çok, kısa yazmayı da becermem. Selamlar sevgiler
rizacolpan@gmail.com.
Ömer Hayyam’dan.
Celladına aşık olmuşsa bir millet
İster ezan, ister çan dinlet
İtiraz etmiyorsa sürü gibi illet
Müstehaktır ona her türlü zillet.
Mehmet Sarı’den.
“ORTAK YURDUN” KÜRTLER YAKASI
Feryadı dağları inleten analar
Yıkılıp yakılmış yoksul kasabalar
Ve sokaklarda kurşunlanmış çocuk başları
………………………..
Ben bir özgürlük ağıtıyım
Kürdistan toplumunda !
Kanıyor umut
Hiç dinmeden puşt tuzaklarında
Sevecen gülüşlerle kolgeziyor ortalıkta
Düşman misyonerleri
Ve ne zaman kucaklaşılmaya kalkışılsa
Özgürlüğün şafağıyla kopup karanlıklardan
Çökmektedir üstüne zehri tüm diyarın
Irkçı ve dinci kölelik saltanatının
………………………
Ben bir ihanet kurbanıyım
Mezopotamya toprağında
Hep kanser yarası
“Ortak yurdum” Kürtler yakası
Ve akan yalnızca mazlum kanıdır
Gökte kara kondorlar
Yerde üniformalı çekirge sürüleri
Saray zebanilerince beslenen
Ve uykulu gazel üfler gözlerimize
Uzak adalardan peygamberlerimiz
………………….
Ben yeniden ve yeniden yekinmek
Ve köleliğin karşısına dikilmek
Zorunda bırakılanımdır
Med güneşi alazında!
Mehmet Sarı, 3-8-2015 Melbourne.